1 Şubat 2009 Pazar

Platoniksel part 4

Serap yaptığı şeyin doğruluğunu kafasında tartıyor, pişman olmamak için kendini avutuyordu. Gözlerini masanın üzerinde bir noktaya dikmiş bütün bu olup bitenleri hızlıca gözden geçiriyordu. Elif ve Ceren’le mecburen kurduğu samimiyet, Zafer’e olan hisleri, bunu usta bir oyunculukla herkesten saklayışı, Zafer ve Ceren’in ilişkileri başladığından beri hızla değişen hayatı… Ceren’e artık kötü davranmıyordu; oysa ilişkileri ilk başladığında onunla aynı ortama girmekten kaçınıyor, girmek zorunda kaldığında ise suratını asmamak için olağanüstü bir çaba sarf ediyordu. Arkadaş ortamında ne zaman Ceren’den konuşulsa istemsizce susuyor yüzüne zoraki bir gülümse yerleştirip yorum yapmamaya çalışıyordu. Ama artık kabullenmişti bu kızın varlığını hatta tuhaf ama bazen sırf Zafer mutlu diye o da mutlu oluyordu. Aralarında kötü şeyler olduğunda Zafer’i dinliyor ve O’na çözüm önerileri sunuyordu. Serap’ın yaşadığı üçlü bir aşktı, hep birinin kaybetmek zorunda kaldığı…

Zafer ve Serap düşüncelere dalmış susarken, Ceren gözlerini Serap’tan ayırmıyordu, kızlara özgü içgüdülerden midir bilinmez Serap birisine aşık olduğunu söyledikten sonra kötü bir his fark ettirmeden yerleşmişti Ceren’in içine. Masanın altında elini tutan eli daha sıkı kavradı bilinçsizce, daha bir sokuldu Zafer’e… Zafer’se olan bitenin farkında değildi ve o an sadece bunca yıllık dostu, her şeyini paylaştığı, onsuz bir hayatı düşünemediği arkadaşının, canının bir parçasının kendisinden sakladığı o “adam” a odaklanmıştı. Kim olduğunun önemi yoktu belki de vardı da şu an dert ettiği bu değildi. Neden gizlediğini anlamıyordu sadece.

Elif saatine bakıp Ceren’e döndü. “Hadi kalkalım yavaş yavaş kızları bekletmeyelim.”dedi. Ceren, Elif’in ilkokul arkadaşıydı ve yine ilkokuldan aynı sınıfta oldukları çok samimi bir dostlarının evine doğum gününü kutlamak için gidiyorlardı, beş kız olacaklardı ve sabaha kadar sürecek bir dedikodu partisi onları bekliyordu, zaten sadece kızlar olmasa Ceren düşünmeden Zafer’i de çağırır sık sık yaşadıkları romantik gecelerden birinin tekrarını sağlardı. Ama bu defa yapamadı.

Ceren, Elif, Zafer ve Serap hesabı ödeyip kalktılar masadan. Dolmuş durağına kadar dördü beraber yürüdü. Zafer ve Serap çok yakın oturdukları için eve beraber dönüyorlardı; Zafer, Ceren’in dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurduktan sonra kızların dolmuşa binmesiyle de baş başa kaldılar. Otobüse binmek için sahildeki durakların yolunu tutarlarken ikisi de susuyordu, saat bir kızın sokakta yalnız gezemeyeceği kadar geçti. Zafer, Serap’a baktı.”Kalsana bu akşam bizde muhabbet, alkol falan takılırız.” diyerek gülümsedi. Yıllardır süren dostluklarında Serap, Zaferlerde defalarca kalmıştı, sabaha kadar içip göbek attıkları da olmuştu, sarılıp ağladıkları da… Zafer’in annesi Serap’ı kızı gibi severken Serap da bu dünya tatlısı kadınla vakit geçirmekten büyük mutluluk duyardı. Bazen Zafer erkenden sızardı. İşte öyle zamanlarda Serap da mutfağa geçer, Zafer’ in annesinin dinlediği Türk sanat müziği şarkılarına kısık sesle eşlik ederken, kahve yapardı. Sonra karşılıklı kahvelerini içerlerken Zafer’den, hayattan, ilişkilerden bahsedip şafak sökene dek hızla akıp giden keyifli bir sohbetin içinde bulurlardı kendilerini, arada Zafer’ in kız kardeşi de gelirdi yanlarına ama ergenlik döneminin “kimse beni anlamıyor” buhranlarından kurtulamadığından olacak sıkılıp odasına, bilgisayarının başına dönerdi. Orası Serap için ikinci bir evdi ve zamanını orda geçirmeye çoğunlukla can atardı. Ama bu kez öyle olmadı, biraz korkuyordu, içtiğinde dayanamayıp her şeyi Zafer’e anlatma ihtimalini düşünüyordu. Sağlam bir içici olmasına rağmen iki kez düşündü Zafer’in teklifini ve “bilmem ki” diyebildi sadece. Zafer şaşırdı çünkü o da bilirdi ki Serap hem onunla olmaya hem de annesiyle sohbet etmeye bayılırdı. “Niye nazlanıyorsun kızım muayyen gününde misin? Bizim evde de kadın yaşıyor merak etme vardır teçhizat.” Diye karşılık verdi. Serap gülümsedi, Zafer’in böyle her şeyi pat diye söyleyivermesi çok hoşuna gidiyordu.”Tamam lan, geliriz.” dedi Zafer’in omzuna vururken. “ Haa şöyle akıllı ol.” Diye söylendi Zafer. Durağa çoktan gelmişlerdi ve az önce yanlarından geçen kısa boylu, badem bıyıklı, hafif kel amcanın yeşil otobüsün üzerinde yer alan küçük kapak gibi bir şeyin içindeki düğmeye basışıyla fıss diye açılan kapıya seyirttiler.

Platoniksel part 3

Serap yapısı itibarıyla yenilgiyi kabul edemeyen bir insandı. Sevdiği adamın karşısında başkasıyla olmasını, öpüşmesini, sarılmasını kabullenemiyordu. Kim olsa kabullenemezdi ama bu durum Serap'ta takıntıya dönüşmeye başlamıştı. Belki hiçbir zaman Zafer ile birlikte olamayacaktı ama yine de Zafer'in kimseyle birlikte olmasını istemiyor, birisine ilgi duyduğunda inanılmaz rahatsız oluyordu.

Evet, Serap geç kalmıştı. Bazen içindeki bu sevgiyi büyümeye başladığı andan itibaren karşısındakine açmasının belki de doğru bir yol olduğunu düşünürdü. Ama artık çok geçti, Zafer'le aralarından su sızmayan iki arkadaş, sırdaş, bir "kız-erkekten" daha çok, abla veya abi kardeş gibiydiler. Aralarındaki ilişkinin bu noktaya gelmesine göz yuman kendisiydi, biliyordu. Ama her sevgisini söylemeye niyetliğinde cesaretinin kırılması, her şeyi göze almışken en ufak bir hareketle bütün planlarının alt üst olması artık içindekileri dışavurmasını imkansızlaştırmıştı. Çaresizdi, hayatı boyunca onun yanında olup mutluluğunu izlemekten korkuyordu.

Ceren, Zafer, Elif ve Serap saatler ilerledikçe daha derin bir sohbete koyuldular. Ceren'in sesi daha çok çıkıyor, adeta Zafer'den güç alarak konuşuyor, her iki lafının arasında Zafer'e dönerek belki bir öpücük, belki de keskin bir bakış fırlatıyordu. O'na ilgi göstermek çok hoşuna gidiyordu. Başını okşamak çok hoşuna giderdi mesela, her anlamda. Bir sevgili gibi değil de, anne gibi yaklaşırdı O'na. Bu da Zafer'in çok hoşuna gider, adeta bir kedi yavrusu gibi kendini sevdirmeye çalışırdı. Ceren'i öpmek çok hoşuna gidiyordu, saatlerce sevişiyorlardı. Hem de hiç sıkılmadan. Bedeninin her noktasına dokunmak istiyordu, O'ndan uzak kaldığında içine sıkıntı doluyordu. Duvarlar üstüne geliyor gibi düşünüyordu.

"Bir şeyi çok isteyip de yapamamak çok acı.." dedi Serap gayriihtiyari. Kimse ne demek istediğini anlamamıştı. Zafer "Nasıl yani? Nerden çıktı şimdi bu?" diye sordu. Serap bir açıklama yapmak zorunda hissetti kendini. Ne diyebilirdi ki? Kısa bir süre düşündü ve "Arkadaşlar bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama, sanırım ben aşık oldum. İnsan böyle duygular yaşadığında paylaşmak istiyor, konuşmak istiyor. Beni bağışlayın." Zafer çok şaşırmıştı, bugüne kadar onun hiç kimseden hoşlandığını falan görmemişti. Asi bir kızdı ve kendini bir erkeğe kaptıramayacak kadar güçlü gözükmüştü gözüne. Şaşkınlığı üzerinde atıp, "Kime?" diye sordu. Diğer kızlar sessizliklerini koruyorlardı. Serap, "Şimdilik bunu sormayın, bu kadarını bile söylediğim için kızgınım kendime" dedi. Zafer'i içten içe bir merak sarmıştı ama fazla üstelemedi. İçinde garip bir üzüntü oluştu. Her ne kadar onu arkadaşı olarak görse de yıllardır beraber olmaları, çok şey paylaşmaları vesilesiyle şimdi onun başka bir erkeğe ilgi duyması Zafer'i tuhaf bir hissiyata itmişti. Anlamlandıramıyordu. Bu bir kıskanma değildi, Serap'ı her zaman arkadaşı olarak görmüştü. Kendisi de çözemiyordu, Serap'ın bir erkekle beraber olması ona saçma geliyordu, O'nu her zaman yanında olacak bir arkadaş olarak düşünmüştü. Başı sıkıştığında yanına gideceği, zaman geçireceği, uzun uzun muhabbetler edebileceği bir arkadaş. Zafer, Serap'ın artık kendisine eskisi kadar zaman harcayamayacağından korkuyor olabilirdi. Halbuki Serap'ın aklındaki kişi Zafer'den başkası değildi. Ve bu Zafer'in aklının ucundan bile geçmiyordu.

Platoniksel part 2

Zafer bir çocuk gibi ilgiye bayılırdı işte tam da bu yüzden Ceren hayatının merkezindeydi. Ceren, sevgilisiydi. Fırtınalı bir aşk yaşıyorlar denemezdi ama birbirlerini sevdikleri herkes tarafından bilinen bir gerçekti. Beraberken yaptıkları her şeyden apayrı bir tat alırdı ikisi de. En çok da evde film izlemeyi severlerdi, Zafer Ceren’in dizine yatardı seyrederken, Ceren’in parmakları Zafer’in saçlarında dolaşırdı… Tuhaf bir huzur vardı ilişkilerinde, kavga falan etmezlerdi, birbirilerine de pek karışmazlardı, düzenli ve hani seviyeli derler ya işte öyle bir ilişkiydi onlarınki…

Tanışmaları bir yaz günü gerçekleşmişti. Zafer liseden arkadaşlarıyla buluşup biraz muhabbet edip, gülüp, eğlenip, eve dönme planlarıyla gittiği bir kafede karşılaştı Ceren’le. Yine liseden pek de samimi olmadıkları Elif adlı kızın yakın bir arkadaşıydı Ceren. Ortama sonradan dahil olup bir anda ilgiyi üzerine toplamıştı adeta. Serap da oradaydı. İki aydır göremediği Zafer’in özlemiyle, heyecanla gitmişti buluşmaya. Sabah erkenden kalkmıştı, aslında doğru düzgün uyuyamamıştı demek daha doğru olur böyle bir durumda. Aklında Zafer’in olması rahatsız ediyordu Serap’ı. Bastırmaya çalıştığı duygular, Zafer’in insanın içini ısıtan o gülüşünü hatırlamasıyla daha da artarak yerini alıyordu kalbinde, bırakmak istiyordu kendini, sonunu düşünmemek hiç. Yapamıyordu. İşte sabah da kendisiyle mücadele ederek hazırlandı buluşmaya gitmek için.Ne giyeceğini düşündü uzun bir süre dolabının karşısında, giyip çıkardığı kıyafetleri yatağının üstünde küçük bir tepe oluşturmuştu, sinirden gözleri doluyordu.Neyse sonunda Zafer’in O’na en çok yakıştırdığı pembe elbiseyi giydi.Biraz makyaj yapıp çıktı; lanet olası heyecanı bir şey yemesine izin vermiyordu çünkü.Buluştular nihayetinde, Zafer,Serap’a sıkı sıkı sarıldı, kızın kalbi çıkacak gibiydi yerinden ve içinden kalp atışlarının hissedilmemesi için dua ediyordu.Zafer her zamanki gibiydi, sadece teni güneşten yanmış,saçları biraz daha uzamıştı.Ve her zamanki gibi çok eğleniyorlardı,masa kalabalıktı ama Zafer ve Serap baş başa muhabbet ediyor gibiydiler tabi ki Serap bu durumdan çok memnundu.Ta ki Elif yanında Ceren denen o kızla çıkıp gelene kadar.

Ceren ufak tefek bir kızdı, kocaman yeşil gözleri siyah saçlarla çevrelenmiş yüzünde bir çift yakut gibi parlıyordu. Küçük bir yüzü, sevimli bir gülüşü vardı. Biraz sonra kırılacakmış gibi zarif hareketlerle oturdu masaya. Hangi ortamda olunursa olunsun yeni gelenler biraz da dikkat çekici özellikleri varsa bir anda ilgiyi üzerlerinde toplamayı başarırlar. Nitekim öyle de oldu. Ardı arkasına sorular soruldu Ceren’e. Neyse ki kızcağız sıcakkanlı ve alçakgönüllüydü de yanlış yorumlayıp kendini beğenmişlik taslamadan her soruya samimiyetle cevap verdi. Herkes çok sevmişti Ceren’i, bir kişi hariç.

Serap donuk bakışlarla Ceren’i süzerken bir an için aklından geçenler tuhaf bir sızının bir anda kalbine yerleşmesine sebep oldu. Ne kadar hoş bir kız şu Ceren diye düşündü ama burnu çok büyüktü, sanki başkasına aitmiş gibi duruyordu hem elleri de çirkindi, parmakları her an kırılacak gibiydi… Kıskançlığın bir insan beyninde neler yarattığını gösterecek olsalar o an Serap’ın aklından geçen binlerce düşünceden daha iyi bir örnek bulunamazdı herhalde. Daha önce defalarca denediği gibi duygularını bastırmaya çalışması yine başarısızlıkla sonuçlanıyordu ve suratına yansıyanlardan kimsenin bir şey anlamamasını diliyordu.

Serap’ın her zaman olduğu gibi aklına gelen başına gelmişti, zaten ne zaman bir felaket senaryosu yazsa geçekleşirdi ve her defasında içinden binlerce şeyi alıp götürürdü olanlar. İşte Zafer, Ceren’in dağınık saçlarında, yeşil gözlerinde, sağ yanağında mutlulukla göz kırpan gamzesinde, neşeli kahkahalarında kaybetmişti kendisini, ilgisi bu “ortama sonradan dahil olan kız” üzerinde toplanmıştı. Serap küçüldüğünü hissediyordu, küçülüp yok olduğunu… Orada olmamayı diledi bir an, imkansızdı. Kalkıp gitsem diye geçirdi aklından, ayıptı. Çaresiz oturdu ve nice zamandır sevdiği adamın ellerinin arasından kayıp gidişini içi burkularak seyretti. Sustu.O sustukça Ceren’in sesi daha bir gür çıkar olmuştu sanki, o sustukça Zafer’in gözleri daha bir parlar olmuştu, o sustukça içinde durmadan ağlayan bir çocuk olmuştu aşkı… Ve susuşu bir aşkın itirafı oldu kendisine; geç kalınmış, karşılıksız bir aşkın…

Platoniksel part 1

Güncel olaylardan bahsettiler bir süre, delice tükettikleri çay ve sigara eşliğinde. Aslında toplanma amaçları bu değildi, sık aralıklarla birbirlerini görmek için bir araya gelirlerdi. Her buluştuklarında mutlaka dünyada olup bitenlerden, siyasetten dem vururlardı. Serap böyle konular açıldığında hemen Amerika'nın dünya üzerindeki etkisinden ve emellerinden nefretini dile getirir, adeta kin kusardı. Kesinleşmiş bir bilgi olmasa da komunizme kaymış bir duruşu vardı. Zafer ise daha çok bu konulardan uzakta olmayı severdi, zaten bu arkadaş ortamı genel anlamda bu konudan uzaktaydı ama Zafer yine de hiç konuşulmasın istiyordu. Çünkü o da doluydu ve bu ortamın eğlencesini siyaset ve dünya işleri ile bozmak istemiyordu. Zafer'in bu düşüncesinden haberdar olan Serap her seferinde Zafer'in kaş göz hareketleri ile frenleniyordu.

Zafer iki çocuklu bir ailenin büyük oğluydu. 14 yaşında bir kız kardeşi vardı. Pek başarılı bir çocuk sayılmazdı, zira okul hayatında pek çok disiplin cezası almış, dersleri konusunda da babasından çok azar işitmişti. Lise döneminin sonlarına doğru az biraz akıllanması ile üniversiteyi kazanmayı başarmıştı. Zor olmuştu ama olmuştu her nasılsa, bunu ilk öğrendiğindeki mutluluğu hayatında daha önce hiç yaşamadığını anlatırdı hep. Bu köhne zihniyetin dayatmış olduğu saçma bir eğitim sistemiyle büyüyecek olduğunu ifade etse de, o bundan sonra hayatına yön verecek kararlar almak konusunda kendisine söz vermişti. Kendisine faydalı olanı alıp, gereksiz gördükleriyle zaman kaybetmek istemiyordu artık.

Üniversitenin kayıt gününe Zafer babası ile birlikte gitmişti. Çok heyecanlıydı ve eli ayağına dolaşıyordu. Zor geçen bir günün ardından artık bir üniversiteli olmanın mutluluğuyla uyudu o gün. Farklı bir uyku olmadı aslında onun için, yine birbirinden kopuk rüyalar görmüştü. Ancak sık aralıklarla gördüğü o rüyayı o gece de görmüştü, cinsiyetini bile çözemeyecek kadar belirsiz bir silüetin odasının ışıklarını açıp kapadığını gördü. Zafer uyanana kadar sürerdi bu ve kan ter içinde uyanırdı her seferinde. Bunu anlamakta güçlük çekiyordu, bilinçaltındaki hangi unsur böyle bir rüya görmeye itebilirdi ki onu? Çözemiyordu.

Üniversitedeki ilk gününde -okul boyunca her zaman olacağı gibi- Serap yanındaydı. İkisi de aynı okulu kazandıkları için içten içe sevinçlilerdi. Zaten kim olsa bir arkadaşıyla aynı okulu kazanmayı isterdi. Onların da şansı yaver gitmişti ve aynı okulun farklı bölümlerinde kendilerine yer bulmuşlardı.

Serap biraz asabi bir kızdı, birisine kızdığı zaman onu kimse tanıyamazdı. Kendini haklı çıkarmak konusunda doktora sahibiydi adeta. En haksız olduğu konuda bile ilgi çekici argümanlar ortaya koyarak zeytinyağı gibi üste çıkardı. Hayata karşı çok sağlam bir duruşu var gibi görünürdü dışarıdan. Erkek gibi kız denilen tabire uyuyordu. Ancak her insan gibi Serap'ın da bir zayıf noktası vardı. Hem de çok uzun süredir onunla birlikte olan bir zaaftı bu. En ateşli tartışmaların, kavgaların bile yanında sönük kaldığı bir yangındı bu. Çoğu zaman bunu kabullenemiyordu hatta, böyle bir şeyin olabileceğine kendini inandıramıyordu. Ama içindeki sesi de susturamıyordu aynı zamanda, Serap'ın dominant yönü bu yanındaki çocuğa karşı hissettiklerini bastıramıyordu.

Serap uzun süredir hep arkadaşça bir şeyleri paylaştığı, çoğu kez -her ne sebepten olursa olsun- başbaşa kaldığı, içinde bir tek saniyeliğine bile aşkın geçmediği saatlerce süren muhabbetler ettiği, hatta ve hatta aynı yatakta bile yattığı bu çocuğa öylesine bağlıydı ki, onu kaybetmek korkusu içindeki aşkı dışarıya vurmasına engel oluyordu. Bu yüzden de bu içindeki şey öylesine büyümüştü ki artık kendisine fazlasıyla acı vermeye başlamıştı. O'nun kokusunu biliyordu, O'nun ellerine değmişliği vardı, O'nun bakışlarına da yakalanmıştı ama biliyordu bunların hiçbirinin sahibi kendisi değildi. Zafer'in hayatında başka birisi vardı.

19 Eylül 2008 Cuma

Uyandığımda karşımda Derya Baykal vardı


Şu an bile ellerim titriyor sevgili sevgililerim. Bu hayatımda yaşadığım en acı tecrübelerden biriydi. Sanırım ömrüm boyunca bu denli tırsmayacağım. Allah kimseyi böyle bir sınava tabi tutmasın dilerim, karabasan falan çöksün lan, bu olmasın ama. Çene olması. Mına.

Her zamanki gibi internetin başında pısım pısım pısıyordum, boş boş gezinip, rpg oyunlara sarıyordum. Ara sıra bir şeyler yazıp milleti sikliyordum, sonra msne dönüp birkaç boş beleş adamla muhabbet ediyordum. Her gece gibiydi bu da, hiçbir değişiklik yoktu. Oysa ben geceleri rollercoastera binmeyi seven biriyim lan. Ne bileyim yani. Kedim olsun seveyim gibi.

Gece sabaha bırakıyordu emanetini, hava puslu, hava soğuk, hava sigara içmelikti. Oysa ben sigarayı uzun zaman önce bırakmıştım. Ama hava yine de sigara içmelikti. İçsem, kafa yapardı, biliyordum.

Artık lanet olası laptopun başından kalkmalı ve uyumalıydım. Uzun süre hareketsiz kalmaktan her yerim ağrıyordu, boynum özellikle kötüydü. Üstelik dünyayı da kurtaramamıştım. Kaderinizi bir bedenci(!)nin eline bırakmıştım yine.

Gözlerim hafif hafif kapanıyor, kendimi yavaş yavaş kaybediyordum, uykuyla uyanıklık arasındaki o küçük bölmede kendimi bir sağa bir sola savuruyor, bir yandan da gelen gazımı osuruk yoluyla dışarıya çıkartıyordum. Ama yorganı kaldırıp bu iğrenç kokuyu teneffüs etme takatim yoktu, kalsın dedim, sabah şeyederim.

Tam bu sırada gözlerimi açtım, kapımın önünde sanki bir gölge kıpırdanıyordu, "herhalde arabadır"(araba gölgelerinin ev içine vurması olayı) dedim, "boşver". Gözlerimi kapattım. Ancak bu gölge artık beraberinde bir ses de getiriyordu ve bu ses bana doğru yaklaşıyordu. Gözlerimi açtım. İşte burdan sonra, evet burdan sonra benim için geriye dönülemez bir süreç başladı. Sınav başlamıştı. Karşımda bütün heybetiyle bir "Derya Baykal" duruyordu.

Kalbimi dizginleyemiyordum. Ondan bir hareket bekliyor, bu amansız mücadelenin son bulmasını istiyordum. Kısık bir sesle, "Nasıhh? Güzel olmuş mu?" dedi. Ben hala kıpırdayamıyor, olayı anlamlandırmaya çalışıyordum. Aynı soruyu tekrarladı. "Ne" dedim, "Ne güzel olmuş mu?". Burdan sonra çenesini elleriyle kavradı, "Bu çene 4bin ton basıyor evlat, seni istersem yiyebilirim, saçlarımın sarı olduğuna bakma". Evet istese beni 120 parçaya bölebilirdi. Çok korkmuştum. Terliyordum ve bu terler suratımın her yerine eşit olarak dağılıyordu sanki. O anda gözlerimin yandığını hissettim, ter gözüme girmişti. Gözümü açtım ve karşımda dolabım, laptopum, çalışma masam hepsi yerli yerinde duruyordu. İçeriden gelen bir sese dikkat ettim, evet televizyon sesiydi bu, Show tv açıktı ve Derya Baykal'ın programının tekrarı vardı.

Ses şunları diyordu; "Nasıl güzel olmuş mu yemekler Ajdacığım? Yavaş ye de estetikli çenen dağılmasın. Mauhasuh asuhasuha espri yaptım Ajda, amımı yala."

Tanrım, hala etkisindeyim.

18 Eylül 2008 Perşembe

Facebook'u bu halde görmez olaydım

Bu da oldu ya en sonunda, o kafamda yarattığım Facebook imajı, o elit bir tabakaya sahip olduğunu düşündüğüm eşsiz oluşum bunu da gördü ya, daha ne diyeyim arkadaş? Sözün bittiği yerdeyim şu anda, hayretler içerisindeyim ve ölmek istiyorum.

Facebook lan, böyle söyleyince bile insanın içini titretiyor, merak uyandırıyor. Gerçi kendisiyle ilgilenmeyen birtakım egzotik insanlar var ama olsun, bünyesinde barındırdığı insanlar ile kendisi adeta bir fenomen haline geldi aga, inkar edemeyiz.

Ama işte, işin içinde biz varız abi. Türk var. Oysa söylemiştim Zuckerberg ibnesine, "Oğlum" dedim, "yapma bak, bize açma şu siteyi, yasakla mnskym, giremeyelim lan biz!!". "Yok" dedi, "Türkiye'den çok ekmek yiyeceğim kardeş!". O an hak verdim. Tamam be dedim, belki de akıllanmışızdır, içimizdeki spastik ruhlu, abazan bünyeleri Yonja, Siberalem, Cixim tarzı sitelerde eritmişizdir diye düşündüm. Öyle değilmiş be aga, gerçekten değilmiş. Baksana şuna(üstüne tıklayın lan şeyolmuyorsa);

Hangi insan evladı bu kadar kin dolu olabilir lan, hangi insan evladı bir kızı böyle bir duruma düşürür lan? Bu kadar olduk mu yahu? Vay anasını sikeyim ben de o zaman.

Mert; sen kendinde yoksun lan.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Beden eğitimi öğretmenlerinin evinde dünyayı yok et butonu olması

Evet. Şaşırma lütfen, henüz kanıtlanamasa da bu butonun varlığını herkes kabul etti. Herkes. Kermes. Keynes. Geldim, buton diyorduk, var böyle bir buton, nasıl Allah'ın varlığını kanıtlayamıyoruz ama kabul ediyoruz, bu da öyle bir şey işte.

Öncelikle beden eğitimi öğretmenlerinin maneviyatı çok güçlüdür, yani gayet duygusaldırlar. Aynı zamanda çok da kindardırlar. İktidara ve güce taparlar ve bunları kendilerinde fazlasıyla barındırırlar. Kendilerine taparlar yani. Süper egoları oldukça gelişmiştir. Abi bi bak, okuyorsan eğer şöyle bir göz gezdir okuluna, bu adamdan daha havalı, daha karizmatik bir allahın kulu var mı? Yok aga, yok. Sanki herkes bu adamın buyruğu altında, müdüre gel diyor geliyor, müdür yardımcısına git diyor gidiyor, ingilizce öğretmeni sikiyor falan. Böyle bir izlenim bırakıyor yani.

Ha, nedir; spor akademisi bitirmiş ki zordur orayı bitirmek(bir arkadaşımdan duymuş olmam), bir şekilde bir okulun kadrosuna dahil olmuş ve bundan ekmek yiyor. Adam beden öğretmeni, bel çantası var. Kirli sakalı yok, yönetmelik gereği. Abi düşünsene bu adamın kirli sakalı olduğunu, beni bile siker. Mesela bu adamın odasında kız yetişiyor, büyüyorlar orada. Hep varlar, o odadan dışarı çıktıklarında kendilerini imha ediyorlar, etekleri kısalar. Eksik etekler. Ehe.

Bir başka özellikleri de aynı anda 4 5 kişiyle iletişim kurabilmeleridir. Ne fizikçisi, ne kimyacısı ne bilmem necisi arkadaş! bu bedenciler(OHA BEDENCİ) kadar hiçbirinin başı kalabalık değil. Bak cidden sürekli bir yönetme hali içerisindeler. O gittiği zaman okul dönmüyor gibi oluyor sanki böyle müdür panikliyor, hademeler kendilerini parmaklıyor, kantinciler tosta bol kaşar koyuyor. Herkes bir psikolojik bunalım içerisine giriyor o adam yokken. Nebi gibi lan. Tövbe haşa.


Şuna baksana abi, küheylan gibi. Masasında dosya falan var yahu, ne işi olur abi mantıklı düşün? Beden eğitimi öğretmeninin dosyayla ne işi olur lan? Ama öyle değil işte, kazın ayağı öyle değil, bu adamlar okulun gizli yöneticileri bence. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir sistemi bu bence, budur yani.

Ben artık okullarda bu adamların elleri belinde etrafa keskin bakışlar atarak gezmesini istemiyorum, gerçekten bak. Gerçi benden geçti, ama gençleri düşünüyorum. Yazık onlara.

Bu arada evinde dünyayı yok et butonu falan yok lan, sakin olun asklaaslşdkas. Şaka yaptım onu ben, Atlas şeysinden sonra bir şey olmadıysa bi 1000 sene falan daha bir şey olmaz dünyaya. Müsterih olun.

Başka bloglarda arkamdan konuşuyormuş bazı ibneler

Piçler ya işte ahah, ne diyeyim? ne diyeyim aga yani. Blog dünyasına hızlı girişim, milyonlarca hit alışım tabi ki birilerinde hazım sorunu yaratacaktı, cıvık sıçırtacaktı(tezattezattezat). Oldu da nihayetinde, bu da oldu msnkym, bloglar arası bir kavgaya tutuştuk. Ahah. Gülüyorum hala lan bak.

Nedir derdiniz lan piçin peydahladıkları? Şurda kendi halimde bir şeyler üretmeye çalışıyorum, üretiyorum da, benim hevesimi sikme çabanızı anlamlandıramıyorum lan, bu internet dünyasında tek olmaya mı çalışıyorsunuz be amına koduklarım? Olmaz işte, olmaz abi, burdayım yani. Sizin o eleştirel, göze hoş gelmeyen tavrınız beni zerre ilgilendirmiyor. "Ya abi bırak şimdi, bu yazdığın ne o zaman?" derseniz haklısınız bi yerde ama sonuçta karşılık vermeden de olmuyor be kuzum. Yani böyle danışıklı dövüş şekli ne bileyim. Göt gibi. Göt.

Açıklamayacaktım ama, artık yapacak fazla bir şeyim kalmadı. Sizlerle paylaşmam gereken bir şey var, çok utanıyorum aslında bunu yapmaktan ama başka çarem gerçekten kalmadı dostlar. Ah gönül dostlarım sizlerle o kadar şey paylaştık, bütün özelimi açtım lan size, piçler. Ama bazı ibnelerin bu ortamları nasıl zedelediğini, nasıl kemirdiğini göstermem gerekiyor sanırım, affet beni, affet.

Şuna dikkatlice bir bakın;

İşbu resimde gördüğümüz beyaz yuvarlak içerisindeki kafayı tanıyamadınız değil mi? Sadece kafa ama, vucüt başka birisi. İşte o kafanın sahibi de bloguma dil uzatan sünepelerden biri. Şunun azmine bakar mısın arkadaşım, ağzının aldığı şekle bir bak allasen, zevkten kudurmuş adeta, avına sokuzlanıyor. Fotoğrafın sağ üst köşesindeki şapkasının beyaz kısmı gözüken adam da yandaşı bunun, çaktırmadan onu gözetliyor.(Ne kadar da çaktırmıyor değil mi?) eheh.

İşte, internet aleminde bana saldıran, beni caydırmaya çalışan bu ibnetorlar yılbaşında gidiyor turist elliyor arkadaşım! Böyle pislikler bunlar, bu adamların böyle bir iki esprisine kanıp da yollarına baş koymayın bakın ciddiyim. Yolunuz yol değil, varın geri dönün. Sikik sikik yapmayın. Öf.

Sizin de kafanızı siktim ya, neyse.

16 Eylül 2008 Salı

Holosko

Çok sap oldu lan sanki ne bileyim. Adam değil, başlık biraz kel durdu ama aklıma bir şey gelmedi ne yapayım.

Resimde de gördüğümüz üzre kardeşimiz gayet yakışıklı, hafif rockera çalan, metalist ruha sahip bir adam. Ne denir ki yani, Allah bağışlasın bu adamı, sevdiğine. Beni sevmiyor mesela, bana bağışlamaz. Mesela baksana adamın alt dudağına abi, var yani. Sonra saçlar olmuş böyle hafiften öne dökülmeler, 70lerin rock soundu duyuluyor saç diplerinde. Sakal bırakmamış, yakışmış ama uslu çocuk gibi durmuş kerata, halbuki ne haşindir. ehheh. İçinde gizlediği kedi nefretini de forma numarası seçiminde ve imzasının altında yuvarlak içerisine aldığı sayı ile belirtmiş zaten. Adam.

Lan bu kadar bahsetmeyecektim adamdan aslında, işim başka benim. Aga isim ya. Holosko yani. Düşünsene bi, ya da şey yap; iki kere söyle "Holosko, Holosko" diye. Şimdi bir serinleme hissettin mi? hissetmedin mi? dürüst ol ama lan. Bir tek benim mi başıma geliyor bu diye çok merak ediyorum ben. Bu adamın ismini zikrettiğimde böyle sanki asidi kaçmamış sprite içmiş gibi oluyorum. Böyle bir ferahlamalar. Çok mu ilginç lan?

Bu arada iyi topçu lan bu, ama çok para yedi be hacı.

Ata binerken dikkat ettim dıgıdık diye bir ses gelmiyor

Ahahah ne kadar güldüm ya. Az önce ismini vermeyeceğim bir sözlükte dıgıdık kelimesinin anlamına baktım, şey diyorlar, işte efendim küçük küçük bebeklerin(bebeklerin küçük olması) atların hareket içerisindeyken çıkardığı sesi tanımlaması. Lan bırak, yapma allasen. Ne var biliyor musun? bilmiyorsun. Bu var; bizim de zamanında ata binmişliğimiz var, sonuçta bizler birer Red Kit değiliz sümme haş`a(böyle mi lan?), ama bizim de bir geçmişimiz var nihayetinde.

Bebek diyorsun, onlar böyle isimlendiriyor abi diyorsun, sallama diyorsun ama yapamıyorum işte. Şimdi 7 ve 8 yaşındaki iki çocuk arasındaki 91 farkı ben merak ediyorum. "0-7 yaş arası bebekler at koşmasına dıgıdık der", hadi ya?! 8 neden demiyor lan? level falan mı atlıyor o? biliyorum şu an beni sığ olmakla suçluyorsun ama ne dersen de! Aga, attan dıgıdık diye ses çıkmaz lan, bak benim çok arkadaşım var böyle felsefe ile kafayı bozmuş falan, sakalları var, bi de saçları, ben onlara da danıştım ama yok yani, hiçbir akım açıklayamıyor hayvan seslerini tanımlamaya çalışan bünyeleri.

Ben at yarışı da izlerim bazen, enternasyonel koşuyorlar ya o çok hoşuma gidiyor, böyle yabancı atları geçiyor bizimkiler, arapların atlarını falan sikiyorlar, sonra Şeyh Makdum bakıyor ordan, "nabalım hacı artık seneye eheh" yavşaklığında, ne yapabilirim şimdi? o adama nasıl kabul ettirebilirim milyon dolarlar harcadığı o atın dıgıdık diye bir ses çıkardığını? yardım bana lan, lütfen.

Dur içime sinmedi, görsellerden bir resim çalayım sizin için;


Tamam, haşmetli, şaha falan da kalkmış, hafiften world is mine rüzgarı bile hissettiriyor ama biraz psikolojisine indiğin zaman bu at da çok örselendi, gerçekten bak. Çok çocuk döndü etrafında, "aa at eheh" anlamsızlığıyla çok burnu okşandı bu atın lan. Ben biliyorum, hepsine boyun eğdi o, kabullendi. Ama be o dıgıdık efekti onu yıktı be, ben onlarla konuşabildiğim için biliyorum bunları.

Geçen gün şey dedi bana; "Abi" dedi, "Şu küçük veletlerin benim çıkardığım sesleri anlamlandırma çabasına çok bozuluyorum, biliyorum onların ebeveynleri buna sebep oluyor, ama gerçekten benden öyle bir ses çıkmıyor yahu, lütfen bunu artık insanlığa kabul ettir, abi gerçekten zor durumdayım. Sikim ya."

Ona bir söz verdim, bu kelimeyi insanlık tarihinden sileceğim dedim, farkettiyseniz kullanmıyorum da zaten artık. Siz de insafa gelin biraz. Allaseniz. Allianz.

Atı merak ettiyseniz aramızda geçen konuşmadan sonra en son şu şekilde görülmüş;


Yazık hayvana be, sülalesi sikildi sayenizde. Yapmayın lütfen, lütfen diyorum bak.

(Şuna bak ya, canım benim :((..)

Abi nerden geliyor aklına böyle şeyler pes

Götümden uyduruyorum. Ahah şaka lan, farklı bir kimya lan bu. Yani artık sormayın amına koyayım, bi yerlerden ediniyorum, gözlemliyorum bunları ben. Sonra harmanlayıp yazıyorum işte, nedir yani?

Aslında pek kolay oluşmuyor bu bakış açısı, hepimiz otobüse biniyoruz, hepimiz bankamatikten para çeken insanın şifresini girerken salgıladığı hormonun tadına bakıyoruz bazen ve yine hepimiz(bir daha kullanırsam siksinler) "önce adresimi versem yoksa siparişimi" ikilemine düşüyoruz, inkar etmeyin msnkym. İşte ben de bunları mizahi bir üslupla işliyorum lan, budur yani.

Daha düz bir dille anlatayım, hatta resimlendireyim. Bak mesela ben şöyle bakıyorum ekseriyetle;


Daha nasıl indirgeyeyim olayı sana aga? Olay bu işte, sen de denemeye başlarsan belki yeni açılımlar elde edebilirsin yani, farklı bir olay. Ama yok, ben okumaktan memnunum, sen yaz ben şeyedeyim diyorsan sen bilirsin, ama seni ekibime katmak da hoşuma giderdi açıkcası.

Ben herkesi seviyorum lan.

(Amım vaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaarrrrrrrr eheheh)

artık sorma.

Mirc'de kız taklidi yapmışlığım var

Şimdi benim burada herkese dürüst olmak gibi bir zorunluluğum var. Yani aslında yok ama bunu ben yarattım, bu zorunluluğu yani. İstiyorum ki her şeyimi bilin, her pisliğime tanık olun, nasıl gudubet bir varlık olduğum gerçeğine nail olun. Çok istiyorum bunu.

Ben küçükken, böyle ortaokul lise çağları falan, heyecanlıyız tabi, böyle içimiz yanıyor anasını satayım. Bir atraksiyon istiyor bünye, saldırıyor sağa sola fani.

Yine bu dönemde birçok kız tarafından göt edilmişliğimiz de var kaçınılmaz olarak. Tabi bilmiyoruz çıkma nasıl teklif edilir, aşk nasıl ilan edilir, bodozlama dalıyoruz mnskym. Yiyoruz postayı doğal olarak, ben de olsam reddederim lan, bariz berduş karşındaki.

Yapacaklarım giderek azalıyordu bu dönemde, farklı hobiler kazanmalıydım ve kendimi değişik heyecanlarda atıp tutmalıydım, eğlenmeliydim lan ben. Henüz öğrencilik hayatım zorlaşmamıştı ve kendime ayıracak zamanım boldu.

Mirc vardı lan, o zamanlar adsl yoktu, çevirmeli bağlantı ile bağlanırdık. Telefondan kabloyu çıkartır bilgisayara takardık, telefon işlevsiz hale gelirdi ama internet gelirdi. İlginçti lan, çok azar işitirdim annemden, "Meşgul etme şu telefonu yeter internet internet" lafını yiyen birçok insan olduğuna iddiaya bile girebilirim sizinle. Ayrıca eşşek yükü ile gelen fatura da cabası, acaip pahalıydı o zamanlar internet lan.

Gel zaman git zaman bu internetteki kısıtlı vaktimi nerde kullanmak konusunda biraz araştırma yaptım. Kararımı mirc'den yana kullandım. Bütün kanallarda opluk istiyordum, evet bende bir operatör ruhu bariz vardı. Etrafımdan da bu yollu tepkiler almıyor değildim. Ama.. Ama be dostlarım bu amına koduğumun sopları, founderları kara kaşa, kara göze vermiyorlardu bu access(yetki) denen laneti. Yalvarıyordum, yakarıyordum olmuyordu. Kendimi siktirtecek raddeye gelmişti olay, op için yanıp tutuşuyordum. 300 kişilik 500 kişilik kanallarda yetki sahibi olmak istiyordum, ban atmak, kick atmak, +v(voice) vermek istiyordum. Ayrıca bu +v nedir mnskym lan, ne kadar gereksiz. Neyse efenim, artık buna bir çözüm bulmanın zamanı gelmişti ve ben buna çözüm bulabilecek kadar zekiydim. evetti.

"KIZ NİCKİ ALIP SOPLARI KANDIRACAKTIM, ZAAFLARINI KULLANIP AOPLAR ELDE EDECEKTİM"

Kısa bir heyecan sürecinden sonra, kendime geldim. Çalışmalara başladım, afilli bir kız nicki aldım kendime. Hemen regledim(register). Artık bana ait olan bu nick ile ilk olarak büyük kanallarda zuhur edecektim, sop kandıracaktım.

İlk olarak #istanbul kanalına girizledim, op listesine baktım ve en abazan nicke sahip adamın özeline girizledim. Bu adamlar herkesle konuşmazlar, özel mesajları okumazlar falan, çok ilginç bir kimyaları vardır ama bir kız söz konusu oldumu dayanamazlar, canlarım benim. Cevap gelmesi uzun sürmedi, ölü toprağını atmıştım üzerimden, zamanımın kısıtlı olduğunun farkındaydım ve hemen konuya girdim. Selamlaşmaları geçiyorum.

CcEeRrEeNn: ya canm ben op olmak istiyormm acc yazrmısın bana :))))
Murat: op alımları kapalı ama sana bi güzellik yapabilirim sanırım
CcEeRrEeNn: canmsın sen yhaaaaa
Murat: acc yazdım çık gir kanala hehe :)

Artık istanbul kanalında optum, mesela istesem kanaldaki herkesi atardım. Allahım, bu nasıl bir mutluluktu. bir, iki derken neredeyse bütün kalabalık kanallarda op olmuştum. Khaled'ın kulaklarını çınlatırcasına, "Bu mirc artık benim niahaha, götümü ye Khaled" nidaları atıyordum.

Ancak bu mutluluğum çok uzun sürmedi, 200 milyon civarı gelen bir fatura sonrası, ailem interneti kapattırmaya karar verdi. Üzülmüştüm, emeklerim boşa gidiyordu. Artık ban atamayacak, kanalı moderate'e alamayacaktım. Bu ne demekti? Oh tanrım.. Mutsuzdum. Son piçliğimi yapmaya karar verdim o anda, mirc'e son kazığımı atmaya.

İlk sopumu aldığım Murat'a gittim, "Lan mal ben aslında erkeğim, seni kandırdım mal, ahahah, götümü ye, taşaklarımı taşaklarına değdireyim" dedim. Şöyle bir baktı(mirc'de şöyle bir bakmak, "hmm" ifadesi ile sağlanır), "Senin babanı sikezleyeyim, göt pfhs" dedi. Çok sinirlenmişti. Haklıydı bi yerde, günlerce onu kandırmıştım, bir kız gibi duyguları ile oynamıştım. Murat'ın hayalleri yıkılmıştı, sikimde bile değildi, internetim kapatılmasa daha fazla yaralanacaktı o.

Nihayetinde internetim kapatıldı, adeta bir sik edasıyla ortada kaldım, sokaktaki insanlara hükmüm geçmiyordu artık. Onları banlayamıyordum!! Oysa ben kick atmak istiyordum pervasızca, sebep belirtmeden. İnsanlar beni anlamıyordu.

Arkadaşlar, mirc'de kız taklidi yapmışlığım var, beni affedin.

Almanya'dan oğul getirtme işine girdim

(Nasıl bir giriş yapacağımı ayarlayamadım, idare edin)

Beni az çok bilirsiniz, yalanı sevmem, gıybetten, şirkten uzak bir insanımdır. Etrafımda sevilip sayılan, siki emilen gayet düzgün bir ferdimdir. Ayrıca toplumsal kurallara da bir o kadar bağlıyımdır. Yere tükürmem mesela, tüküren görürsem de içimden küfrederim. Böyle böyle yerine getiririm misyonumu. Nasılım?

Benim birçok kiracı arkadaşım var. Öğrenci olduğumdan kelli etrafımda bu tarz insanlardan oldukça var. Ev sahibine borçlu, yüzsüz insanlar falan. Kendilerinden her ne kadar hazzetmesemde aynı ortamda olduğumuzdan yüzlerine gülmek zorunda kalıyorum ve arkadaşlığımı belirli sınırlar(sınırların belirliliği) dahilinde devam ettiriyorum. Bu belirlediğim sınırlar dahilinde bu kiracı arkadaşlarımın ev sahipleri ile tanışmak da var(ohaoha).

Geçen yine bir tanesiyle oturduk konuşuyoruz bu ev sahiplerinin, şey dedi; "Senin bu arkadaşın Hilmi kiraları neredeyse hiç ödemiyor, bir çözüm üretmemiz lazım Barış!". Çok utandım, hiçbir şey diyemedim. Haklıydı kadın ve ben aslında o iğrenç arkadaşımı savunmaktan yana da değildim. pisti o. En basitinden; bana çokonat ısmarlamıyordu. İnsanlık için belki küçük bir şeydi bu fakat benim için gayet önemliydi.

Bir plan yaptım. Daha doğrusu yeni bir sektör yarattım. "Almanya'dan oğul getirtmek".

Bu muhteşem fikri hemen ilgili arkadaşımın ev sahibiyle paylaştım. Dedim böyle böyle. "Sana bir çocuk getirtelim" dedim. "Böylece o pis adam da evini terketmek zorunda kalır".

Kötüydüm belki ama bunu yapmak zorundaydım. Hemen Almanya'daki arkadaşım İsmet'i arayıp elindeki en annesi İstanbul'luya benzeyen arkadaşını göndermesini istedim. Sağolsun beni kırmadı, iki gün sonra çocuk elime ulaştı. Ev sahibine teslim ettim kendisini, sonra o da bir güzel o pis arkadaşımı evden çıkarttı. Çünkü Almanya'dan oğlu gelmişti.

Hayat bazılarının amına koymazsanız amınıza koyuyor. Dikkat edin.

Sigara hakkında bir şey

Eğer sigara içmiyorsanız hiç başlamayın, özenmeyin kimseye yani. Oldu da başladıysanız eğer, bir an önce bırakmaya bakın. "Yok birader, ben tiryakiyim, bırakamam" diyorsanız, yakın anasını satiyim bi tane, bi de kahve yapın yanına. Var mı böyle bir zevk mınıskeyim?

(Sigara içmeyin aga)
(İçenlere imrenmiyor değilim)

Maç spikeri olmak istiyorum ama garip isimli futbolcular beni korkutuyor

hehhee. hehe. höhöh. insan gibi olması.

Farkettim de ne kadar fazla iş alanı var yahu, yani bu devirde işsiz kalmak, bir alanda uzmanlaşamamak çok zor bence. Şöyle bir bakın etrafınıza, gördüğünüz her şeyin bir üreteni var ve hepsi farklı bir alan. Bence bu kadar şeyin oluşması büyük bir iş gücünü gerektiriyor, yani. 30 yaşına gelip de, "Abi ben işsizim ya, kimse iş vermiyor, arıyorum ama sürekli" modundaysan kusura bakma ama azcık malsın. Ya da daha hafif konuşayım, yeteneklerinin farkına varamamışsın. Üstüne gitmemişsin vücudunun, ellerinin, ayaklarının. Denemelisin bence.

Bak mesela benim bir arkadaşım vardı senden iyi olmasın, iyi bir adamdı. Severdim ben bunu, saçlarını okşardım bira içerken mesela. Bacakları arasına telefonumu düşürüp pipisini falan ellerdim. Öyle ilgi duyduğum bir arkadaşımdı. Gel zaman git zaman bu arkadaşımın iş hayatına da ufaktan biraz dahil oldum. Bana akıl danışıyordu bazı zamanlarda ama bu sefer farklıydı. Sanırım yöneleceği alanı belirlemişti ama bazı korkuları vardı. Onunla diyaloğa girmeye çalışıyordum ama her seferinde konuyu değiştirip zayıf yönüme vuruyor, onunla oynaşmaya beni zorluyordu. Ne kadar da piçti.

Bir gün kendisiyle şöyle bir konuşma yaşadık;

- Abi ben sanırım ne iş yapmak istediğimi biliyorum..
+ Ne istiyorsun berkant?
- Maç spikeri olmak istiyorum ama garip isimli futbolcular beni korkutuyor..

Burdan sonra dünya görüşümde bazı değişmeler oldu, mesela artık localarda sadece zenginlerin değil, garsonların da bulunduğunu anladım. Her ne kadar iş icabı orda olsalar da, garsonlar locadaydı. Böyle bir bakış açısı kazandım.

Arkadaşa gelirsek; başlarda ona hak vermedim değil. Sonuçta bir "hübschmann" telaffuzu herkes için kolay olmayabilirdi. Aslına bakarsanız sonuna kadar haklıydı. Herkes bir "Ahmet, Mehmet, Sinan, Kunter" değildi.

Dediğim gibi, herkesin yetenekleri farklıydı ve bunların farkına varması da onun hayatında önemli bir rol oynayacaktı. "Boşver" dedim arkadaşıma, kendisini boş heveslere sokmak istemiyordum. Maç spikeri olmak kolay iş değildi ve onda bu yetenek yoktu. Gurununu incitmeden onu vazgeçirdim bu hevesinden. İçim acıdı.

Sonra mı?.. Sonra onu İhsan Usta'nın yanına verdim, şimdi 40 yıllık araba tamircisi gibi amortisör değiştiriyor. Kabiliyetinin farkına varmasında ona gerçekten yardımcı olduğumu düşünüyorum. Sevap kazandım.

ps: Allah var.

Scarlett Johansson var, Allah olmaz mı hiç?

Abi var ya gerçekten bir gün s.kicem ben bu adamları. Neymiş? Allah yok da efendim tabiat kendi kendini yaratmış, sonra bir güç varmış işte ama Allah yokmuş. Sonra bir zincir halinde oluşmuş birtakım şeyler.

Bu görüşten devam edersek şunu elde ediyorum ben; "Scarlett Johansson da kendi kendine oluştu, onu kimse yaratmadı"

..

Lan siktir git mal! çıldırtma beni allah aşkına. Bir tarla faresi, bir kaplumbağa ya da bir su samuru kendiliğinden oluşmuş olabilir, ama şu olamaz lan, gerçekten olamaz. Bak bi;



Sen şimdi bana bu hatunun doğanın bir ürünü olduğunu, hummalı bir çalışma ile üretilmediğini mi söylüyorsun? İlerle, ilerle gerçekten. Ben diyorum ki kadın allah gibi allah, demek ki bir allah var ve bu kadın da allah gibi. Anladın mı? Ne kadar büyük zorluklarla, ince eleyip sık dokunarak varedildi kim bilir. Biraz saygu duy, lütfen.

Kedim yok ki

Merak edeceğinizi düşündüm. Bir kedim yok, aslında şu an yok. Bir ara olmuştu, naçizane yazlığımızda bunların bir tanesine el koymuştum, böyle balkonda bakıyordum buna. Yer yapmıştım, ellerimle besliyordum. Beyaz peyniri çok seviyordu, sütü bir de. Gelin görünki bu götoş hayvan beni terkedip gitti, evet gitti lan. Hiçbir şey söylemeden gitti, bir veda bile etmeden. Aradım, bulamadım. Özlemedim de nankörü zaten, cehennem olsun.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Benim bir kolum var!

Günlerden bir gün, şehrin birinde bir adam varmış. Geçirdiği elim bir kaza sonucu bu can kardeşimiz en önemli uzuvlarından birini, hayata tutunmasını sağlayan o müstesna şeylerden birini kaybetmiş. Üzülmüş nihayetinde, ne yapabilir ki? Nerden bilebilirdi ki insanların sarı ile yeşili ayırt edemeyebileceğini, nerden bilebilirdi birtakım insanların hayatında 10 saniyenin bile ne kadar önemli olduğunu? Nerden bilebilirdi; o iğrenç araba sarı ışıkta yavaşlasaydı kolunu kaybetmeyeceğini, nerden?

Kim ki bu adam? önemli değil kim olduğu, önemli olan hayat karşısındaki duruşu kanımca. "Abi iki kolu olmayanlarda var, neden acındırıyorsun ki şimdi adamı" deme sakın, senin iki kolun var çünkü. Sus biraz.

Bu adam sabah uyanıyor, geriniyor, tek eli kalkıyor havaya, sonra iki gözünü de tek eliyle oğuşturuyor. bizde ise tek gözümüze tek el düşüyor. Yataktan kalkmak için tek kolundan destek alıyor. Yüzünü yıkamaya gidiyor ve sadece o biliyor tek el ile yüz yıkamanın ne kadar zor olduğunu. Üstelik hiç de alışık olmadığı bir eli, sol eline mahkum yaşıyor. İşiyor sonra, bir eliyle pipisine destek çıkıyor ve diğer eliyle duvard.. ah. Diğer eliyle duvardan destek alamıyor, çok mu önemli? değil.

Çalışıyor, çalışma hayatında "yazma"nın yeri çok büyük. Bu yüzden hiç profesyonelleştiremediği sol elini geliştirmek zorunda kalıyor. Eğri büğrü yazısı gün geçtikçe düzeliyor, dolayısıyla işini kaybetmiyor kazadan sonra. Bu onun hayat karşısındaki en büyük başarısı belki de.. Şimdilik.

Sevgilisi var, uzun süredir birlikte olduğu. önceden hep sağından yürütürdü onu, şimdi ise mecburen solunda kalıyor.

Taharet musluğuyla başı belada, çok zorlanıyor.

Sürekli yanında bulundurduğu çantası ona zorluklar çıkarıyor. Otobüste ayakta gittiği zamanlarda çok zorlanıyor, düşüyor bazen. Yer veriyorlar, düştükten sonra.

1 yaşında bir yeğeni var, bazen onun yanına gidiyor. Ama onu havaya atıp tutamıyor, o gülücüklere nail olamıyor. Kucağına oturtup seviyor sadece. Çok istiyor yeğenini havaya atıp tutmayı, büyümeden yapmak istiyor bunu.

Araba kullanamıyor. Oysa "rallici olacağım ben baba, rallici" sözleri hala babasının kulaklarında çınlıyormuş, acıklı.

Ama işte yaşamayı seviyor bu lanet adam, bir kolum yok demiyor, bir kolum var diyor. Ama biz iki kolumuz var demiyoruz. Lan mınıskeyim, ben böyle bir adam değilim.



Brian Molko aslında çok haşmetli bence


"Ya bilader, bakma sen benim böyle dediğime. Aslında burda seni kandırıyorum, sokup sokup çıkarıyorum seni götüme, nasıl da anlamadım? ahah. Çok mu piçsin ne?"

Şeyi diyorum, "bakma sen benim böyle dediğime" vecizesini sıçan adam ölmeli. Gerçekten bak. Şöyle; "ben seni siktim siktim de, sen aldırma be kardeşim, yaparım ben böyle, sallama beni yani. Okey?"

Şimdi şey yapmanı istiyorum, Brian Molko'yu böyle kalabalık bir halk otobüsünde hayal et. Ortada dikilmiş, arkaya ilerlemiyor. Muavin sataşıyor buna falan, "ilerlermisin lütfen arkadaşım bekleyenler var!". Abi facia bu, başka bir şey değil. Hayır tekme tokat döveyim desen, kaldırdığın tekme boyunu geçiyor bu adamın, ne anladım şimdi?

Sikiyorlar bu adamı bence, cidden bak. Emin ol bu adamın sikiliyor olma olasılığı Halil Ergün'ün sikiliyor olması ihtimalinden yüksek. "Yea abi adam zaten gay, neye kasıyorsun?" deme sakın, ben de biliyorum damgalayıp göndermesini ama üstüne gidiyorum biraz. İrdeliyorum ve bazı sonuçlara varıyorum. Ha sen koskoca(koskoca olması) Brian'ın gayliğinden dem vurup ürettiklerine yüz çevirirsen kusura bakma sana cinsel istismar falan uygularım. Değişik şeyler yaparım yani. Ne bileyim.

Haşmet kavramını sorguluyorum da, bir isimden öte, derin anlamları olduğunu düşünüyorum. 1.90 boy, kas mas, elmacık kemiğinden ziyade insanların ruhsal çözünürlüklerini de sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. Ürettiklerine, dem vurduklarına falan bakızlıyorum. Ve şuna varıyorum lan, ciddiyim bak taşşağa sarma beni;

"Brian Molko denen adam çok haşmetli ağbi, gerçekten. Sesi var zaten adamın. Tarzı var. Beni sikse keşke."

Ama otobüse falan binmesin mümkünse, zaten zengin adam, arabayla gezsin. Bi de şey; bankamatikten para çekmesin lütfen. Bilmiyorum, güzel bir görüntü değil.

Ağzını bira bardağına sokup resim çektiren adam

Arkadaşım ben sana hiçbir şey demiyorum. Saldım seni, rahat ol. Söyleyeceğim bütün sözleri tükettin, beni kara bir deliğe sürükledin(deliklerin genelde kara olması, aydınlatma olmaması). Ama yine de s.keceğim seni be güzelim, ne yaparsan yap. sen.

Bi kere kimsin oğlum sen? Senin içtiğin bira kadar işemişliğim var lan benim. Böyle bir pozlar, bir kendinden geçmeler, bir ben bunu feysbuk'a koyarımcılıklar. Uzun vadeli plan yaparak çektirdiğin bu resmi senin g.tüne sokarım ben. Kusura bakma ama yaparım bunu. Kanıtlamaya çalıştığın şeyin farkında değilim sanma, "Ben içki içiyorum arkadaşlar, slm" görüntüsü vermeye çalıştığın her arkadaşın adına sana bir yağlı kazık sipariş ediyorum. Yapmasana.

Şimdi bizim yine belli bir entelektüel seviyemiz var, birkaç hatun düdüklemişliğimiz, solist sakalı emmişliğimiz var. Ya sen? sen bebeğim, hangi hatuna ispatladın s.kinin devasa boyutlarda olduğunu? neye yaradı bebeğim? söylesene.. Kendine bir eş bulsana, onu s.ksene sen.

Dostum, annene söyle sana bir kız bulsun. Olmadı Esra Erol'a falan git. Ama bira içme lütfen, bunu yapıp kendimi dünyaya ait olup olmadığım konusunda yanılgılara düşürme. Hadi git şimdi. Birayı yalnız iç, telefonundan uzakta.

(Abi adam kendini s.kti)
(Yok o başka bir şeyden bahsediyordur ya)
(Peki ağbi)